16 Mayıs 2010 Pazar

Ve bir gitmek sendromu daha en sakininden

Hani demiştik ya çocukluğa yakın tarihlerde, ilk tattığımızda o eşsiz hissizlikleri
- Sertliğimiz ve dikliğimiz kırılganlığımızdan -

Ve sessiz terkedişlerimiz, böyle usulca acelesiz farkettirmeden kimseye hep bu sebepten olmuştu; kırıldığımızdan.
Yere düştüğünde canı acıyan ama insanlar anlamasın diye gülerek kalkan çocuklardandık. Ve böyle büyüdük,
Ve böyle büyüyoruz...
İşte bu yüzden bizim gidişlerimiz şaşırttı, sarstı ve can yaktı. Aniydi ve beklenmedik. Hiç anlamamışlardı tükettiklerini.
Terkedilen terkedilebilecek konuma bile sahip değilken yaşadı hep o yitiriş hissini.
Kendi isteğimizle, ellerimizle yarattığımız dünyaları yine biz yıkıp geçtik.
Egoist bir sanatçı gibi düşünerek bir sanat eseri sahibi tarafından yok edilmeli dedik.Bizi var eden yaptığımızı sevenler değildi, yarattığımızı en çok seven bizdik tabii ki.

Şimdi o kıyılarda yürüyorum. Çekip gitmeye yakın. Tevazu gösteremiyorum şu anda. Mütevazı tarafım kayıplarda. Aynaya bakıyorum, sonra eserime sonra yine aynaya...
Aynadaki aksim bıyık altından gülüyor...

-Biliyorsun tükendin, bitecek ve gideceksin.-

Direnmek...Aklımda binbir soruyla bu kelime...direnmek mümkün müdür kendine, benliğine?
Ayaklarımı sürüyerek de olsa uzaklaşıyor gibiyim. Çünkü bu defa hem katil benim hem de kurban. Tek kişilik bir cinayet bu.
Çünkü yine gitmek fiili asıldı omzuma ve kalmak çok hafif kalıyor.

Soyut hayaletler bıraktık geride, varolduklarını bile bilmeyen,
Yazıktır ki acılarımız ziyadesiyle somuttu.

İşte bizi gittikçe kırılgan yapan bu oldu. Ardımızda kalan her ceset her siluet bir kabuk üstüne bir kabuk daha oluşturdu. Dokunmaya çalışanlardan kaçışımız bu yüzden. O kabuklara dokunulursa kanarız ve ölürüz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder